Wednesday, October 6, 2010

Shakespeare Beri Gelsin...

"Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu!" Hepimiz biliriz elinde kafatasıyla bu nidalari atan Hamlet'i. Ama ah be Hamlet'im Shakespear'im sana ne kolaymış hayat. Böyle bir olmak ya da olmamak diye kısa yoldan kotarabiliyormuşsun hayatı. Hadi gel sıkıysa şimdi de bu lafı kafatasınlada görelim. Olmak ya da olmamak diye birşey kaldı mı bugünde yaaa?? E, ama tabi Shakespeare de haklı nereden bilsin garibanım. O zaman bu kadar derdi tasası var mıymış amcamın?
Bir kere şu devirde sadece olmak yada olmamak diyerek paçayı sıyıramazsın, yemez!!!
Bu dönemde olmak ya da olmamak'ın çeşitleri var, kriterleri var!(sanki herşeyde kriterimiz yokmuş gibi bide var olmakta kriter üretmişiz ya helal bize!) Mesela; bu dönemde olmak ya da olmamaklar şöyle heralde.

Şık 1: Parası olmak ya da olmamak: Eh Hamlet'in yada Shakespeare'in böyle bir derdi yokmuş tabi nereden bilsin. O dönemde halkın yarısı Lord ve Leydi geri kalanıda zaten bunların yanında çalışanlar ya da köylüler. Eh Hamlet ve Shakespeare amcalarımız ilk grupta oldukları için para (artık o dönemde altın mı dersiniz, mücevher mi, arsa mı mal mülk mü yada "e" hepsi mi dersiniz) bunlarda gani gani olduğu için bu zavallılarda ne yapsınlar almışlar kafatasını "olmak ya da olmamak tek mesele bu" deyivermişler. (ee başka dertleri yokmuş tabi koca koca kalelerde, saraylarda, malikanelerde; onların suçu ne değil mi ama?)

Şık 2: Aşık olmak ya da olmamak: Şimdi Shakespeare'den girdik ya sağolsun aşk konusunda hepimizin rahatsız olmasının başlıca suçlularından olarak burada da kendisini anmazsak ayıp olur... Romeo Juliet'i yazdı yazalı bütün aşkı imkansız hale getirdi, bizleride böyle ortada bıraktı amcam. Bu devirde değil aşkından ailesini reddedeni, zehir içeni, dağları deleni, sana kapıyı açıp telefon edeni zor bulursun yahu. Oysa onların zamanında öylemiymiş? Romeo camlara duvarlara tırmandı Juliet'i görcem diye, sonra Juliet ilaç içti ölü numarası yaptı, en sonundada Romeo burada kavuşamadık bari ebediyette kavuşalım diyerekten zehir içti ama yine olmadı en sonunda Juliet kendini vurdu.(ama bakınca baya beceriksizlermiş değil mi ya? okurken ya da izlerken biz kanser olduk!) Biz kızlar da bunları okuyup izleyince böyle aşkların varolduğuna inanmak isteyince suç oluyor!!!(hadi gidin Shakespeare'i suçlayın önce!!!Sonra da tabiki bütün Hollywood camiasını!)
Şimdiler de aşk nasıl oluyor? Evlenmek filan demiyorum farkındaysanız çünkü o ebedi evlilikleri bulan şanslılar ne yazık ki azınlık muamelesi görecekler...
Aşk şu günlerde karaborsada! Bulabilene, bulupta gücü yetebilene aşk olsun!
Bir telefon beklemekten, mesaj beklemekten çürüyeceğiz nerdeyse... İnternetin azizliğini ise hiç karıştırmıyorum bile çünkü o başlı başına bir yazı konusu...
Günümüzde aşkta son gelinen noktayı dün duydum ve işte budur dedim. Bir kızcağız sevgilisinden ayrılıyor. Arkadaşıyla gittiği bir mekanda hasbelkader bu ex- ile karşılaşıyor ve tabiki hasetinden çatladığı ve kendisi acı duyarken bu şahs-ı muhterem burada eğlendiği için kendine yediremiyor ve yanındaki arkadaşına "ay canııaammm bana 10 dk sonra bir yazar mısın? ex-im burada daaaaa!!" çekiveriyor ve aynı anda benim kanım çekiliyor. Eh tabi malum arkadaş fırsat bu fırsat deyip değerlendiriyor sonrasında "yarın seni çok güzel bi kahvaltıya götüreceğim sabah ararım seni, almaya gelirim" diye golü atıyor. Ex bu duruma şöyle bir bakıyor ama tabi aklından geçenleri bir o, bir Allah biliyor ama bizim kızımız zevkten dört köşe oluyor... Buyur buradan yak!! Shakespeare'cim senin hikayelerin bile bu kızımızın iki dakikada yazdığı senaryoyla kapışamadı! Sen öyle aylarca uğraş aşk için, hatta ölüme git; bak burada günümüzde şipşak hallediliyor işler... İyikide sen şimdi yazmamışsın o soneleri; vallahi taşlanırdın...
Hele hele şimdiki aldatmaları, oyunları filan duysan zaten sen yazarlığı başlamadan bırakırdın!!! (Henry VIII. dışında nerede sizde böyle entrikalar. Ancak işte aile arasında -ki aile kavramı malikanede yaşayan kalabalık aileler ve çalışanları- geçen entrikalarınız varmış sizin. ) Şimdi çak mesajı ayrıl başkasını bul, ya da biriyleyken ara hemen sonrasında başkasıyla buluş. Siz de araba yokken, en lüksü at arabasıyken, taaaa diğer topraklardaki birini bulup, onla kuşla güvercinle, mektupla haberleşip, buluşana kadar zaten ömrünüz geçeceği ve aşklar ebedi ve kutsal olduğu için aldatmanın "a"sını aklına getirememişsin; e sende haklısın!!!

Shakespeare'cim huzurunda yazımı senin gördüğünde duyduğunda kalemini kıracağın senarist ruhlu şahs-ı muhteremlere ithaf ediyorum.
Sevgili okurlarım sizlere de Shakespeare'in soneleri kadar aşk dolu, mutluluk dolu ama onun bazı sonelerinde geçen acıların olmadığı süper bir gün diliyorum!!!

Eh olmadı en kötü sevgilinizi kolunuza takıp Bebek'te 3-5 tur atarsınız, olmadı bir de sinema yaparsınız be anacım.....  

Wednesday, September 22, 2010

Aşk Olsun, Aç Kollarını Aşk Konsun...

Bayram gitti hoş gitti.. Ay sevgili dostlarım evet şu dakika üşengeçlikte tavan yapmış durumdayım. Ama zaten herşeye geç kalmaya meyilli bir bünye ve yapıya sahip olduğumu zaten biliyorduk. Blog'da bunu yansıtmam an meselesiydi. Ama hepinizin geçmiş bayramı çook uzun zaman geçmişte olsa kutlu, mutlu ve tabiki maksimum oranda şeker ve çikolata dolu olmuştur umarım.(şahsen benimki öyle oldu ve sanırım bu yüzdendirki o aldığım enerjiyi ancak atabildi bünye!!!)


Neyse onu bırakalım. Bugün yine aşktan bahsedelim ne dersiniz? Eh aşksız olmaz. Ne demişler? "Aşkın açamadığı kapı, kanatlanıp uçamadığı yer mi var?" Herkes aşkı arıyor aşkı soruyor ama gördüğümüz üzere aşk uçarak kaçıyor; tutabilene aşk olsun. Eh, şimdi siz bu noktada "hah ben yakaladım o kaçan aşkı, yakalayamayanlar düşünsün" diyorsanız aman ne mutlu size efendim. Ama hala arayanlarımız mevcut o yüzden onlara da biraz acıyalım değil mi ama? Bu yazım onlara hitaben olsun o zaman. (ama siz aşkı bulanlar; siz o şanslı azınlıktan olmanın verdiği haklı gururla yazının devamını bir zahmet okuyuverin be güzellerim çünkü siz blog konusu hakkında daha bilgili durumdasınız şu dakika eh bi el atarsınız o nacizane fikirlerinizle belki sonradan!!!)

Aşkın 8 kusuru varmış..(ben demedim vallahi bir kitap çıkmış böyle... Bu akşam bulup okumak farz oldu!!)
Tabi bunu duyan ben dedim sadece 8 tane mi varmış? Hade ordan beaaa çekiverdim. Kusursuz aşk yokturu biliyorduk ta 8 tanesi mi varmış sadece dedim...(tabi bütün bunları kitap hakkında araştırma yapmadan önceki 2 dakika içinde kafamdan geçirdiğim için sonrasında kitabı okursanız yada görürseniz aslında 8 farklı kişinin 8 farklı bakış açısına ait olduğunu göreceksiniz benim gibi ama olsun biz sanki 8 kusuru varmış gibi algılayıp daha fazlası varmışçasına dem vuralım...)

Aşkın kusurlarını herkes kendine göre saysın bakalm... Aklınızda hemen ex- aşklarınız, onların kusurları ve hatta ve hatta şimki aşkınızın kusurları tilkiler gibi dolanmaya başladı değil mi? 8 tane bulabildiniz mi? Yada daha fazlasını? Bende kendimce sıralayayım dedim bakalm nasıl birşey çıkacakmış dedim... Hadi sayalım bakalım...

1) Aşk, sizi mutlu eder ama aynı zamanda paranoyak yapar... (kaç kişi gördüm aşık olunca normalde aklının ucundan geçmeyecek tarzda komplo teorileri kuran..)

2) Aşk, gafil avlar... (tam güçlüyüm, serbestim, istediğimi yaparım uleynn çektiğiniz anda geliverir ve bir anda durur ve ne olduk şimdi diye kal geldiriverir...)

3) Aşk,  düşünme yetinizi etkiler, hatta kimi zaman engeller... (bunu herkes kendince yorumlamıştır zaten...)

4) Aşk, telefon, mail vs gibi telekominikasyon araçları bağımlısı yapar... (bunu takiben faturaları kabartır!)

5) Aşk, çoğu zaman sizin istediğinizin dışında bir doğrultuda gelişir. (yönlendirme hastası olanlar aşık olunca düz duvara toslayıverirler...)

6) Aşk, karar verme yetilerinizi ya geliştirir ya köreltir. (örneğin aldatıan erkeği kabul etmek yada etmemek? verin bakalım kararınızı...)

 7) Aşk, hayalkırıklığı yaratabilir... (bu sanırım aşkın en büyük kusurudur. Beklentileriniz karşılanmadığı yada karşınızdaki kişiyle aynı şeyleri hissetmediğiniz anda o büyük yıkım yaşanabilir...)

 8) Aşk, bulunması zor, bulunduğunda korunması daha da zor, ama kaybedildiğinde acısının dindirilmesi en zor olan şeydir... 

Benden bu kadar çıktı.. Sanırım bunu dediğim gibi aşkı yaşayanlar ve bu kusursuzluğu bilenler anlar.. Eh ozaman sizde anlatın dinleyelim.. :) 
Aşk kusursuzmuş... Ama olsun; kusursuz olsun ama aşk olsun... (açın kollarınızı aşk konsun...) 
Hepinize kusurlu yada kusursuz aşk dolu günler canımcımlarım...

Tuesday, September 7, 2010

Aşk Kapıdan Baktırır, Anıları Yaktırır...

Aşk nerede?
Ah nerede ah nerede? Nerde bıraktım kalbimi acaba? Onda bunda şundadır, şunda bunda ondadır, mavi boncuk kimdeyse, benim gönlüm ondadır.
Herkes mi aşkı arar ya? Bir sofrada oturan 20 kişiden sadece 1 veya 2sinin aşkı bulduğuna inanması ve diğer kalanların ya bulamayacağına ya da "yok canım ben böyle iyiyim ne gerek var" ayaklarına yatması normal midir ya?
Allah rızası için şu bilim adamları çıksında şuna bir formül bulsunlar. Bıraksınlar bitkileri hayvanları hormonlamayı yada klonlamayı, ve önce kendi ırklarının yani insanoğlunun şu derdine bir çare bulsunlar ya...
Hele ki aşk acısı...
Sanırım hiç bir ilacın, hiç bir ağrı kesicinin veya doktorun dindiremediği ve çaresi bulanamayan yegane rahatsızlık şu kalp acısı denen şey...
Çekmeyen bilmez, çekende çekmek istemez... Dostlar bu günler için vardırlar ama onlarda bir yere kadar teselli ederler çünkü o kalbin taa dibindeki anlamdırılamayan, adlandırılamayan ve ulaşılamayan o sızıntıyı durduramazlar.
Gece herkes gittiğinde, ışıklar kapandığında ve yalnızlığımızla başbaşa kaldığımızda o acı yine oradadır ve herzamankinden daha acı vericidir.
Eski sevgiliyi her şarkıda anmak, onu düşünmek, onunla gidilen yerlerden geçmek, en ufak şeyde onu hatırlamak...(bunlar acıya acı katan şeyler olur..ama kaçış yoktur.) Siz ne kadar kaçarsanız o kadar karşılaşırsınız. Sanırım kalp acısında bile Murphy Kanunları geçerli oluyor. Siz O'nunla yaptığınız şeylerden, gittiğiniz yerlerden, tanıdığınız insanlardan kaçtıkça hepsi bir şekilde karşınıza çıkar ve O'nu hatırlatır.
Hele ki ondan haber almak.. Eski sevgilinin yeni bir sevgilisi olduğunu duymak, hatta ve hatta evlendiğini görmek, duymak. Siz daha nasıl bitti, neden bitti acaba sorun bende miydi, farklı davransam yada davranırsam geri dönüşü olur muydu, hala olabilir mi derken bir de bakmışsınız ki atı alan Üsküdar'ı geçmiş, O yuvadan uçmuş, sizde düşüncelerinizle ve kalp acınızla bir kez daha hemde daha ağır bir şekilde başbaşa kalmışsınız. Peki şimdi ne olacak?
Gelsin kızlarla dertleşme seansları, sizi hayata geri döndürme maratonları, eğlence modları ve tabi ki çöpçatanlık hatları. Herkes seferber olacak, sizi mutlu etmenin yollarını arayacak, hatta yeni sevgili bulmanızda önayak olacak (kim bilir belki de düşündüğünüzden de başarılı olacak) ama ne varki arada o kalp acısı sizi gelip yine yoklayacak.
Peki siz ne yapacaksınız? Tabi ki bütün bunları uygulayacaksınız, aşktan korkmayacaksınız ve hele hele en önemlisi asla aşkı aramaktan vazgeçmeyecek onu bulmaktan korkmayacaksınız. Umutsuzluğa kapılmayacaksınız. (burada Cem Yılmaz'ı dinleyip "sevgi içimizde" demeyeceksiniz çünkü aşk dışarıda bir yerde ve "Dikkat Şahan Çıkabilir" gibi Dikkat Aşk Çıkabilir!")
Eh bu kadar depresif olur mu canım. Hadi canım dostlarım aşksız kalmayın, kalmayalım! Aşkı bulanlar bulamayanlara yardımcı olsunlar. Eh o da olmazsa Sabrina (tatlı cadı) ve teyzelerinin yaptığını yapıp hepimiz kendimize pasta hamurundan hayalimizdeki sevgiliyi yaratırız kendimize kendi aşkımızı var ederiz. Ama önce başkalarına ve aşka bir şans verelim, o eski sevgilileri güvercin gibi salıverelim ve yaz ile sonbaharın birleştiği şu tatlı günlerde Aşk-ı endam ediverelim...
Hepinize bol aşklı günler canımcımlarım... :) 

Wednesday, September 1, 2010

Heyecan Sağolsun...

I am back dostlarım.. Ama evet hergün diye başladık ama arada fire veriyoruz.. Eh yazarınıza arada acıyın anacım ne yapsın o iftar senin bu maç benim geziniyor. Allah arttırsın deyip geçiverin... (nazar etmeyin ne olur isteyin arkadaşınızı arayın hemen sizinde olur!!)
FIBA Basketbol turnuvası başladı başlayalı kaptırdık kendimizi. Maçlara taraftarlık yapıyoruz kazananlarla kutluyoruz (elimizden gelen bütün misafirperverliği göstermek gerek; eh ne de olsa biz Türkler misafirperverliğimizle tanınıyoruz değil mi?) sonrasında kendi kültürümüz gereği iftarımızı açıyoruz ve tabiki gelsin muhabbet gitsin eğlence... Seviyorum şu ramazanları yaaa!! Senede bir defa olmasınında etkisi var sanırım. Bütün gün aç kaldıktan sonra sıcacık pide eşliğinde yenen iftarlıklar(normalde akşam yemeğinde soframıza koymayacağımız bilumum herşey oradadır) yanında limitsiz çay ve o 5 dk öncesinde ezan okunmadan önce hakim olan sessizliğin ardından ilk lokmayla buluştuktan sonra düşen çeneler ve yerine gelen keyifler... Hele o iftar davetleri yok mu? Normal akşam yemeği davetlerinden farklıdır. Daha bir özeldir daha bir güzeldir. Doyum olmaz...
Hoşgeldin ve hatta gitmek üzeresin 11 ayın sultanı Ramazan...

Ama bugünlük ben yazarınızdan bu kadar.. Ama sanmayınki blog post'u bu kadar.. Bugün çok sevdiğim bir arkadaşımın yazısını yayınlamak istiyorum. Bir an kendimi köşe yazarıymışım gibi hayal ettim(eh ne de olsa kendi köşem var sayılır değil mi?) ve konuk yazar almaya karar verdim...
Masal arkadaşımızın yazıları çok duygu yüklüdürler. O da benim gibi henüz o blog cesaretini tamamen gösterememiş arkadaşlardan olduğu için ilk tanıtımını buradan yapalım istedik. Eminim (çok iddialı oldu) sizde etkileneceksiniz. Onun yazılarının duygu yoğunluğunda kendi duygularınzla başbaşa kalacaksınız...
O biiiiirrr masal kahramanı... O biiiiir masal yazariiii... O biiiiirrrrr Candyland Konuk yazarı...
İşte karşınızda yazısıyla Masal...
Görenler görmeyenlere anlatsın duymayan kalmasın...
Ama en önemlisi sizin gün boyunca yüzünüzden gülücük eksik olmasın...

Bir gün aniden geri geleceğini biliyordum. “Artık pes ettim” demişken, her şeyden elimi eteğimi çekmişken, hayatın monotonluğunu kabul etmediğim halde ister istemez alışmışken ve hiç aklıma gelmeyecek bir şekilde kapımı çalıverdi kibarca. Şaşkınlıktan onu karşılamayı bile beceremedim elim ayağıma dolaştı. Ne çok beklemiştim onu. Ne çok geri kazanmak istemiştim. İşte sonunda yine bendeydi benimleydi. Kim bilir kimlerin elinden, nelerden geçerek, başına neler gelerek sonunda bana geri dönmüştü. Kim mi? ‘Heyecan’. Bence bir insanın hayatında sağlığından sonra kaybetmemesi gereken en önemli ikinci şeydir heyecan, yaşama heyecanı. Her şeyin boş, anlamsız, sıradan, basit, olmasa da olur düşüncesi çerçevesinde hissedildiği zamanlar demektir onu kaybetmek. Hayatın tadı tuzu kaçar gider. İşin acı tarafı onu kazanmak için yapılabilecek hiçbir şey yoktur. O kendi gittiği gibi kendide döner. Ne zaman isterse o zaman hem de. Yani zamansızdır. Sen burada yana yakıla onu beklerken o kim bilir kimlerin hayatına heyecan katmaya gitmiştir. Sanki aynı anda birkaç hayata yetişemezmiş gibi ya da yetişemiyormuş gibi seni orada bekletir durur. Bir bildiği olsa gerek. Yine de ne biliyorsa bilsin hiç umurumda değil. Beni bunca zaman bekletmesi çok büyük taş kalplilikti diye düşünüyorum. Neyse ki kinci biri değilim.  Geldiği an da unuttum onu beklediğim uzun zamanları, ondan ümidi kesmek üzere olduğumu ve olumsuz her şeyi. Hmm şey de var tabi ‘heyecan’ yalnız gelmedi. Gelirken yanında birini daha getirmiş. Kendi gelişini anlamlaştıracak birini… Bir yabancıyı. Yabancı oluşu hiç rahatsız etmedi beni sanki yabancılıktan öte daha çok tanıdıktı. Bana yanında kendimi kendim gibi hissettiren, huzurla hiçbir şey düşünmeden, bir dakika sonrasını hesap etmeden sadece anı yaşayabildiğim biriydi. ‘Heyecan’ işini biliyordu. Kime, yanında ne getirmesi gerektiğini de.


Sonuç: Gözlerimde ne zamandır yanmayan ışıklar şimdi parıl parıl. Ben demiyorum beni görenler söylüyor. Tamamen objektif açıklamalar yani. :) Bu cümleyi kuranlara direk cevabı yapıştırıyorum bende zaten: heyecan sağ olsun! :)

Umarım heyecan hiçbir zaman hayatlarımızdan çekilip gitmez. Yada çok uzun süreli gitmez. Bir kenarda unutmaz bizleri. Hayat, heyecan duymadan çok anlamsız yanında getirdikleri olmadan da öyle.  Bu yazıyı okuyan herkesin yaşama heyecanını kaybetmemesi ve hep koruması dileğiyle..

Friday, August 27, 2010

Erkeklerin Nefret Ettiği Kadın Tipleri(!)...

Ve eveett!! varmış!! doğruymuş!! Erkekler kadınlarsız yapamaz derler ama onlarında nefret ettikleri kadın tipleri varmış!(ama eminim öyle olsa bile o nefret ettikleri kadınlar bir gün karşılarına gelip benimle yemeğe çıkar mısın deseler hepsi o saniye o nefret ettikleri olayı unuturlar...)
Hani hemen hemen hergün bir grup uzman çıkar çook değerli fikirler ve araştırma sonuçları beyan ederler ya işte yine öyle bir araştırma sonucu arz-ı endam edilmiş. Hemde bu seferki biz kadınlar hakkında.
Buna göre erkeklerin nefret ettiği 10 kadın tipi varmış! ("Ey Tanrım bana 3 tane 3 de yetmez 5 tane, 5 de yetmez 10 tane, ver ver ver ver ver Allah'ım veeer!!" diye arz buyurmuş erkeklerimiz!!)
İşte o mükemmel liste...

1)Seksi silah olarak kullananlar: İlişkilerde çoğu kadın kendi üstünlüklerini kurmak için erkeklerin seks isteklerine duyarsız kalır. Bu cesur davranış kendi aralarında alkışlanırken, erkeklere göre basit gibi görünen bu insan ihtiyacından kadınların gerçekten vazgeçebileceklerini düşünmemeleri gerekiyor.
 --- bunu gerçekten düşünen bir erkek var mıdır acaba? hepsi doğru derler ama eminim hiçbirisi bu silahtan hoşnutsuz olmazlar...

2)Vır vır konuşanlar: Çoğu kadın konuşmayı sever ve eğer bir erkek onlara bir fırsat verirse susmak bilmeyebilir. Bu erkeklerin kadınların ne söylediklerine dikkat etmeyecekleri anlamına gelmez sadece erkekler her detayı duymak istemiyor.
 --- bana bir erkeğin vir vir etmiyor dediği bir kadın gösterir misiniz? yada erkeklerin kadınların uzun konuştuğu anda vir vir ediyor demediği bir anı? (kızlar vır vır etmeyi biz mi istiyoruz onlar mı bize ettiriyorlar? bu da ayrı bir tartışma konusu olmalı!)

3)Bayılıncaya kadar alış veriş yapanlar: Alış veriş zamanı geldiğinde, çoğu kadın için bir gün yetmez. Vitrinlere bakmak, tek tek incelemek ve fiyatları bilmek isterler. Bir ayakkabı ve giysi mağazasında yeme, içme ve diğer sorumlulukları düşünmeden saatler harcayabilirler. Erkeklere göre en kötüsü onunla dolaşmasını istemesi.. Mağaza mağaza, amaçsızca, her kıyafete ve ayakkabıya bakarak gerektiğinde büyük paralar ödemekten sıkılıyorlar
 --- kanımca onca saat bir erkekle dolaşmaya çalışmak zaten çin işkencesi olacağından bu maddeyi es geçiyorum.. (ama yiğidi öldür hakkını yeme. bizle alışverişe gelip fikirlerini beyan eden o super erkeklerde yok değil!!onlarla dolaşmak hele ki bu erkek arkadaşımızsa onlar için denemek onların fikirlerini almak ayrı bir zevk verir!erkekler bunun farkında olmalı!!)

4)Aşırı duygusallaşanlar: Herşeye ağlamak. Acıklı ya da mutlu bir filme, kırılan bir tırnağa ya da kötü kesilen saça. Erkeklere göre daha kötüsü onlardan bu duygusallıklarını gidermelerini beklemeleri. Kadınlar bu tür durumlarda erkeklerin omuzunda ağlamak isterken, diğer taraftan onu rahatlatan şeyler söylemenizi beklerler.
---ee güzelim söyleyiverseniz ne olur? ne yani? kötü bir saç kesiminden kız arkadaşınız üzgünse "canım ben bu halinide gerçekten beğendim" deseniz elinize mi yapışır ya? ayrıca o kırılan tırnak sadece bir tırnağı değil ona harcanan onca emek ve parayı temsil ediyor.. (o yüzden üzülmemiz gayet doğaldır!)

5)Kişisel alanlara saldıranlar: Kadınların erkeklerin kişisel eşyalarını karıştırmak gibi içgüdüsel tiki vardır. İlişkisinin ya da evliliğinin uzun sürmesini isteyen kadınlar bir gümrük görevlisi gibi herşeyinizi alt üst edebilir. Bu tür davranıştan aslında kadınlar da erkekler kadar nefret eder. Saçlarını ne kadar kestirdiklerinin ya da başka yerlere ne kadar harcadıklarının bilinmesini istemezler.
--- burda şapkayı önümüze koyup düşünelim diyorum. Haklarını  vermek lazım. biz kadınlarda her ne kadar onların ne yaptığını merak etsek te onlar bizimkini merak edince pek te hoş karşılamıyoruz değil mi?

6)Gizemli, araştırarak konuşanlar: 'Ne düşünüyorsun' sorusu kadınların erkeğin aşkını anlamalarına yardımcı olan bir soru haline geldi. Erkekler belirsiz, teorik soruların yanıtlarını onların istedikleri doğrultuda vermeye çalışmaktan nefret ediyor. Erkekler eğer gerçekten ruh eşi olduklarına inanırlarsa, cevapları hemen veriyorlar.
--- kızlar işte kilit konu! demek ki neymiş? ne düşünüyorsun dediğinizde hemen cevap veremiyorlarsa ardınıza bakmadan kaçın çünkü o sizin ruh eşiniz değilmiş...

7)Zayıf ve muhtaç olanlar: Bazı kadınlar kıymetli hissetmek, erkeklerinin onları el üstünde tutmasını, şımartmasını ve ne kadar özel olduklarının söylenmesini, etraflarında moral ve destek için pervane olmasını isterler. Erkeklere göre bu noktada bir tezat var. Flört sırasında kadınlar ne kadar özgür olduklarını erkeklere göstermek isterken, aşık olduklarında savunmasız hale gelebiliyorlar. Erkekler ise, dayanıklı ve sağlam kadınlarla birlikte olmak, en azından kendi iç dünyalarıyla barışık olanları tercih ediyorlar.
--- zayıf ve muhtaç mı? ne yani erkek arkadaşımızın yada sevgilimizin arada bir Romeo'luk yada şövalyelik ruhunun canlanmasını istiyorsak ve bizi kanatları altına almamızı istiyorsak bu suç mu? (eğer suçsa ben bunun tamamen günümüz Hollywood filmleri ve TV dizilerinin suçu olduğunu beyan etmek istiyorum!)

8)Kıskançlar: Çoğu kadın sevgilisinden ya da erkeklerden başka bir kadının adını duymaktan hoşlanmaz. Erkekler neden kadınların buna aşırı tepki gösterdiklerini çoğu zaman anlayamaz. Eğer erkekten şüphelenmesini gerektirecek bir davranış varsa, paranoyasında haklıdır. Boş yere olan size olan güvensizliğinin bedelini erkekler ağır ödememeleri gerektiğini düşünüyor.
--- Birincisi bizim yanımızda başka hatunlardan bahsetme cüretini gösterdikleri için o erkekleri medeni cesaretlerinden ötürü tebrik eder madalyalarını takdim ettikten sonra armağanlarını bizzat sunmak isteriz!
ikincisi burada erkekten şüphelenecek bir davranış varsa paranoyasında haklıdır derken? yani biz kadınlar şüphelenmekte haklıyız? bu nasıl bir kendini çürütmektir anlayabilmiş değilim? Eh fazla kurcalamamak lazım tabi...

9)Diğer kadınları çekemeyenler: Neden bir kadın zengin bir kadını övücü sözler söylemez? Kilodan saç şekline kadar her konuda titiz oldukları halde, çoğu kadın hemcinsinin zenginliğini kıskanır. Erkeklerin de bu tür şeyler söylemesini istemezler. Erkekler de zaten gerekmedikçe söylemezler ancak her söylediklerinin ve yaptıklarının eleştirilmesini, krize dönüşmesini istemiyorlar.
--- Diğer kadınları çekememek? Kuzum erkekler siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Tabi bizde dünyada barış istiyoruz, Afrika'daki açlık bitsin istiyoruz ama bütün bunlar bitsede 2 kadın arasındaki çekişme asla bitmez. Alaaddin'in cininden yardım isteyin belki tutar...

10)Olmadığı halde erdemli görünenler: Çoğu kadın erkeklerden daha erdemli olduğunu göstermeye gayret eder. Erkekler kadınların göründükleri kadar saf ve masum olmadıklarını, her insanın hatalarının olabileceğini düşünüyor. Erkeklere göre kadınlar istedikleri gibi bir erkek bulmak için, onların kendileri gibi olmalarına izin vermeli.
--- Ah şu erkekler.. Önce saf ve masum olmadığımızı sonra her insanın hatalarının olabileceğini söylüyorlar. Keşke birileri onlara bunların doğrularını açıklasa. Bize göz göre göre saf ve masum değiller dediler ya!?!
Ah bizde hep erkeklerin olduklarından farklı görünmelerini istiyorduk zaten, iyiki onların kendileri gibi olmalarına izin verdiğimizi söylemişler. (peki neden böyle olmak isteyipte aksini uyguluyorlar? şu uzmanlar birde bunun için bir araştırma yapıp açıklasalar ya?)

Evet siz sevgili okurlarım. İşte liste. Biraz uzun olmuş... (eh hep biz mi uzun listeyeleyeceğiz. Erkeklere kırk yılda bir sormuşlar onlarda fırsat bu fırsat deyip bir anda bütün herşeyi kusuvermişler içlerindeki...)
Sizcede biraz ütopik olmamış mı?
Hani şöyle kendimizi düşünelim? Bu listede kaçı bizim için uyuyor? Hemen hemen hepsi değil mi? Bahse girerim sizdede en az 5-6 maddesi tutmuştur.. O zaman nedir biz hepimiz Erkeklerin Nefret Ettiği Kadın Tipleriyiz!!! Eh o zaman şahs-ı muhteremler kimlere bakacaklar kimleri bulacaklar acaba? Bu listede olmayanı ararlarsa ortada kadın kalmayacak haberleri yok!!!
Alternatiflerimizle karşımıza gelmelerini talep ediyorum.
Ve bunun yanında acilen bu listeye karşılık Kadınların Nefret Ettiği Erkek Tipleri Listesi'inin yapılmasını talep ediyorum....



Thursday, August 26, 2010

Kahve Bahane Muhabbet Şahane...

Dedikodu, dertleşme, çekiştirme ve biraz daha dedikodu ve dertleşme. Kız kıza muhabbetin amacını ve anlamını özetlemek gerekirse bu olurdu. Tabi o arada kaç erkek bundan nasibini alır bilinmez ama eninde sonunda olay tatlıya bağlanır ve tabiki kahve falı bakılır; ileride hakkında dedikodu yapılıp yorumlanılabilecek bir aday var mı acaba diye merak edilip beklenir? (bir anlamda istemem yan cebime koy hesabı...) 
Evet bu sahne hepinize tanıdık geldi değil mi? Sex and the City gibi, Friends'in Rachel ve Monica'sı gibi her yerde bu muhabbeti yapan bir kız grubu görmemeniz mümkün değil. Bir dahaki gidişinizde bakın mutlaka sağınızda solunuzda en az 2 en fazla 3-4 kişilik kızlar grubu mutlaka görürsünüz. Ama asıl konu o grubu görmek değil asıl konu orada hepimizin neler olduğunu biliyor olmamız. Erkekler genelde o kızları gördüklerinde "vah vahhh şimdi şu kızlara bak abi gene toplanmışlar engizisyon mahkemesi gibi kimbilir hangi garibanları eleştiriyolar. Yazık bunların erkek arkadaşlarına." diye hemcinslerine acırlarken onları kurtarmanın bir yolu olmadığını bilirlerken aynı masa ve kızlara bakan ortamdaki diğer kızlar ise "ahh bea işte budur. Kimbilir gene ne yapmıştır şu kızların erkekleri? Bizimkilerle aynı şeyleri mi yapıyorlardır yoksa daha mı iyilerdir?" tarzında hem kendi erkek arkadaşlarını ve ilişkilerini gözden geçirirler hem de sessiz bir anti-erkek fan club'lığına soyunurlar.
Kız muhabbetlerinin yegane vazgeçilmezidir, hatta bilakis kızların bir araya gelmelerinin başlıca konusudur diyebiliriz. Muhabbetin konularını yüzdeye vursak yüzde 60 erkekler, yüzde 10 alışveriş, geri kalan 30 aile, arkadaşlar, iş ve diğer şeylerdir. Erkekler içinde durum farklı değildir. Bu erkekler arasındaki muhabbetin kızlar arasında uyandırdığı merak konusu yıllar yılıdır vardır ama aslında bellidir sadece erkekler bunu hep inkar ederler. Hep muhabbetin araba, futbol ve bazende kızlar olduğunu söylerler ama aslında onlar içinde biz kızlar için olan yüzdeler az buçuk farkla geçerlidir. Ha, ama arada bir fark var. Biz kızlar birbirmize işte "erkek arkadaşım şöyle yaptı böyle dedi" diye anlatarak ve yorumlayarak toplu bir terapi grubu modunda takılırken erkekler sadece yüzeysel biçimde "kız böyle yaptı abi. - hadi ya kız milleti işte oglum" tarzında sadece bir muhabbetin bir kısmını geçirme anlamında kullanıyorlar. Birbirlerine tavsiye vermek şöyle dursun böyle bir mantığın nasıl çalıştığı hakkında biz kızları anlamalarıda mümkün olmaz hiç bir zaman. Gerçi eğer birbirlerine tavsiye vermeye kalksalar sanırım işte o zaman biz kızları daha acı sonlar bekler. Düşünsenize sizin dert yandığınız hareketleri yapan erkekler birbirlerine tavsiye veriyolar. Aman Allah'ım!!! Dertler bir iken katmer katmer olur. Çünkü zaten verecekleri tavsiyeler; bizleri dertleşmeye iten hareketleri yaratan beyinlerden çıkacağı için o gelecek tavsiyeler o hareketlerin daha da dertlisi olur. Ve biz kızlar bunu değil "starbuckstaki tall latte" ile "venti duble espresso shotlı latte" ile bile zor çözebiliriz.
Ama sanırım biz kızlarda da sıkıntı yok değil. Bizde içten içe aslında bu grup terapilerini ve bu terapilere malzeme çıkmasını sağlayan o erkek hareketlerini seviyoruz. Bunları tartışmayı birbirmize örnek olmayı seviyoruz. Bunun altında yatan neden belki kendi ilişkimizin ve erkeğimizin değerini anlamamızı sağlamasına yardımcı olduğu için narsistçe, ya da belki de karşımızdaki arkadaşımızın erkek arkadaşının yada eşinin yaptıklarını görüp ondan ders almamızı sağladığı için birazda sadistçe ama nedeni her ne olursa olsun o terapiler bize hayat veriyor. Deşarj olmamızı, kafamızı dağıtmamızı ve bir anlamda sıkıntılarımızı unutmamızı sağlıyor. (ve bunun için terapistlere ve psikologlara verilecek paradan kurtarıyor! Bunun içinde ayrı bir takdiri hakediyor. Düşünsenize bir kahve parasına 3-4 farklı psikologdan başka ne şekilde yorum alabilirdiniz?)


Bende seviyorum. İtiraf ediyorum hatta kahve bahane muhabbet şahane diyorum... ve kızlar size söylüyorum "Haydi Kahveye!!!"

Monday, August 23, 2010

Tek Kişilik A Takımı...

80'ler... O unutulmaz dizilerin olduğu hepimizin halen Facebook'ta veya Youtube'da videolarını izlerken yüzümüze tebessüm konduğu yıllar... Büyük şalvarlar; Can't Touch This dansı, Şeker Kız Candy çizgi filmi ve tabiki o unutulmaz ardı arkası gelmeyen diziler: Alf; Bizim Ev, veeeeee A TAKIMI!!! (şu anda o girişi müziği ve o siyah minibüs hepimizin kafasında canlandı di mi?? BA ve altınları, kafadan kontak Murdoch, Cuba purosu bağımlısı akıl küpü Smith ve kizların gözdesi Playboy Face) Sonunda sinemalarımıza bunca seneden sonra teşrif etmişler; eh bize de tabi bunca senenin hatrına gidip izlemek farz oldu... Ama yine de eskinin tadı bi başka oluyomuş dostlarım.. Filmi gidin izleyin tabi ama blog'da film hakkında pek yorum olmayacak takdir edersiniz ki.. (öyle olsaydı film eleştirmenliği blog'u yapardık dimi ama?? biz burda farklı klasmanda oynuyoruz...)
A Takımı konseptini bilirsiniz değil mi? (bilmeyenler için hemen bi briefing yapalım) Mr Smith(nam-ı diğer Hannibal Smith grubun ele başıdır, takım kurucusudur, plancısıdır. Face ise pretty face ve tatlı diliyle her istediğini elde eden--bayanlar dahil--, Murdoch sıyırmış ama feci yetenekli uçak pilotu ve BA ise grubun fiziksel gücüdür) Bir de sloganlarını unutmayalım: Bir derdiniz varsa, başka kimse yardım edemiyorsa, ve onları bulabilirseniz , o zaman belki siz de onları işe alabilirsiniz.
Şimdi şu grubun tanımına bir bakın ve bir daha düşünün... Aklınızda ne canlandı??
Benimkini hemen söyleyeyim... BİR KADIN!!!! :) Evet evet. Şöyle ki bu 4'lüyü ve özelliklerini topladığınızda aslında Bir Kadın'ın özelliklerini buluyosunuz grupta. Mr. Smith'in planlama gücü biz bayanların organize oluşumuzu, evi ve hayatı çekip çevirmemiz, olasılıkları hesaba katarak plan yapmamız ve hep bir adım ötesini düşünerek plan yapmamızı anlatmıyor mu?
Peki ya Face? O ve onun tipini ve tatlı dilini kullanarak yolunu yapması ve insanları biraz da bu yolla yönlendirmesi.... Bu da biz güzel kızların (!) kullandığımız yol değil midir?-- Tabiki sınırlar dahilinde --
Murdoch'a gelince.. O da biz kızların bazen hiç düşünmeden istediğimiz şeyin ne olduğunu bildiğimizde korkusuzca gözümüzü karartıp elimizden geleni ardımıza koymadığımız o deli ruhumuzu temsil ediyor.
Ve BA!! BA için konuşmaya gerek var mı? O sivri topuklarla ordan oraya koşturduğumuzda aynı anda elimizde çanta ve torbaları taşırken kimimiz bunun yanında bir diğer kolunda da bebeğimizi taşıyabiliryoruz ve bunu yaparken kimseden yardım talep etmeyi aklımıza bile getirmiyoruz.(bunu yapabilecek fiziksel güçte herhangi bir erkek var mıdır?) Ancak bu gücün yanında bazen ufacık bir fare veya böcek görür görmez  ise korkudan çığlığı basabiliyoruz ve yanımızda eşimiz, erkek arkadaşımız ya da orada bulunan bir erkeğin yardımına ihtiyaç duyabiliyoruz. (BA'in durumunda Uçak korkusudur bu)Bu da aslında bizim o fiziksel ve ruhsal gücümüzün yanında kimi zaman önüne geçemediğimiz savunmasızlığımızı ve sevdiklerimize olan ihtiyacımızı temsil ediyor.
Evet 4 işlem gibi. Bu 4 insanı 4 farklı karakteri bir araya getirdiğinzide karşınıza biz kadınlar çıkıyoruz. Nasıl etkileyici değil mi? 1 kadın 4 erkek misali.. Demekki neymiş? Başınız derde girdiğinde 4 erkek bulmanız gerekirken 1 kadın çağırmanız yeterli olacaktır. Siz bayan dostlarım sizin içiniz rahat olsun bizim her birimiz gördüğünüz üzere 4 erkeğe bedeliz ve başımız derde girdiğinde korkacak birşeyimiz olmamalı.
Bizdeki planlama ruhuyla, tatlı dilimizle, tutkumuzla ve kimi zaman gözü karalığımızla ve tabiki en önemlisi etrafımızda sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlar olduğu sürece sırtımız yere gelmez.

O zaman nedir?
If you have a problem, if no one else can help, and if you can find them, maybe you can hire... The G-Team. (that is the Girls Team)